Öykü Tümer / 25 Ocak 2011 |
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 15 Ocak 2011 tarihinde “Kadına Yönelik Şiddeti Önlemek için Köprüler Kurmak Projesi” kapsamında “2010’lu Yıllarda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Konferansı” düzenledi. Konferansın açılış konuşmalarını TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Güldal Akşit, Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Delegasyonu Sivil Toplum Dairesi Başkan Yardımcısı Domenica Buma ve ODTÜ Sosyoloi Bölümü’nden Yakın Ertürk yaptı. Yakın Ertürk konuşmasına “kadına yönelik şiddet” kavramının kamunun diline girmesinin yirmi yıllık bir tarihi olduğuna ve bu zaman zarfı içinde çok ciddi kazanımlar elde edildiğine vurgu yaparak başladı. Yasalar ve uluslararası antlaşmalarda, bugün, kadına yönelik şiddetin göz ardı edilemediğini ve bu değişikliklerin kadınların verdikleri mücadeleler sonucu gerçekleştiğini söyledi. Ertürk, bu değişikliklere rağmen kadına yönelik şiddetin hala nüfus edilmesi zor bir alan olduğunu belirtti. Ertürk’e göre bu durumun nedenlerinden biri veri ve gösterge yetersizliği; yerel ve uluslararası düzeyde yapılmış çalışmalar son derece sınırlı. (Türkiye’de bu alanda yapılan en kapsamlı çalışma Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı rapor[1].) İkinci neden ise kadına yönelik şiddetin tanımı konusunda yaşanan sıkıntı. Konferans boyunca pek çok konuşmacının da tekrar edeceği üzere, kadına yönelik şiddetin Türkiye bağlamında nasıl tanımlanabileceği konusunda henüz yeterince çalışma yapılmamış durumda. Ertürk’e göre tanım eksikliği kadına yönelik şiddetin çeşitli hatalı varsayımlar üzerinden konuşulmasına neden oluyor. Bu varsayımlardan biri kadının güçsüzlüğü. Bu varsayım şiddetin erkeklere toplumsal olarak verilmiş bir imtiyaz olduğunun görülmesini engelliyor. Diğer bir varsayım ise “sorunlu” ve ya “kötü” erkeklerin şiddet uyguladığı. İyi erkek kötü erkek ayrımı yine aynı şekilde şiddeti yapısal olarak ele almayı engelleyip tekil şiddet eylemlerine odaklanılmasına neden oluyor. Ertürk aynı zamanda şiddetin çok geniş bir tanımının yapılmasının, başka bir deyişle “her şey şiddet” yaklaşımının da kadına yönelik şiddet kavramının taşıdığı anlamın etkisini azalttığına vurgu yaptı. Kadına yönelik şiddet toplumsal cinsiyetten ve toplumdaki farklı iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceği için, kadına yönelik şiddete müdahale etmek aslında toplum ve ataerkil sistemin bütününe müdahale etmek anlamına gelecektir. Ertürk’e göre devletler bu sebepten ötürü kadına yönelik şiddete çok fazla müdahale etmek istememektedirler. Ertürk konuşmasını kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için farklı kurumların üstüne düşen sorumluluklara değinerek bitirdi. Devletin üstüne düşen sorumluluk, kadın haklarını ve şiddet konusundaki yasal düzenlemeleri istikrarlı bir şekilde gündeminde tutmak, uygulamalarda karşılaşılan sorunları gidermeye yönelik somut adımlar atmak ve bu süreçlerde feminist gruplarla işbirliği yapmaktır. Akademinin temel sorumluluğu ise bu alandaki kuramsal çalışmalara öncelik vermek teori ile somut yaşantı arasındaki bağı kurmaya yönelik çalışmalar yapmaktır. Son olarak, kadın hareketinin sorumluluklarına değinen Ertürk, kadın hareketinin nasıl bir vizyon geliştireceğini tartışması gerektiğini belirtti. Feministlerin liberal haklar söylemine nasıl yaklaşacaklarını, kadın erkek eşitliği anlayışlarının bu liberal söylemle mi sınırlı kalacağını, kadına yönelik şiddetin bir hak mücadelesinin ötesinde nasıl değerlendirileceğine dair ciddi tartışmalar yapması gerektiğini belirtti. Konferansın ilk oturumunun “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Kazanımlar” başlıklı birinci bölümünde ilk konuşmayı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Nükhet Sirman yaptı. Kadın Sığınakları Kurultayları’nın sonuç bildirgeleri üzerine kurduğu konuşmasında Sirman, kurultayların Türkiye’deki kadın hareketinin en büyük başarılarından birisi olduğunu vurguladı. Bu bildirgelerdeki en önemli özelliğin kadına yönelik aile içi şiddetin toplumsal genişliği ile birlikte ele alınması ve kadının soyut bir kategori olarak değil, tersine yaşadığı toplumun içine yerleştirilmesi olduğunu belirtti. Aile içi şiddet böylece sadece aile ve aile bireyleri ile sınırlı bir şekilde ele alınmamış, toplum ve devlet yapılarıyla ilişki içersinde değerlendirilmiştir. Şiddet soyut bir şekilde değil, gündelik hayatın gizli yerleri gündeme getirilerek ele alınmıştır. Aynı zamanda yasalar ve yasaların uygulanmasına dair kadınların eleştirileri de bu bildirgelerde yerlerini almışlardır. Sonuç olarak, Sirman’a göre kurultay sonuç bildirgeleri kadına yönelik şiddeti teorinin, gündelik hayatın ve Türkiye gündeminin iç içe ve birbirleriyle ilişki halinde ele alındığı metinler olarak karşımıza çıkmaktadır. Nükhet Sirman konuşmasının ikinci yarısında ise Ertürk’ün belirttiği kavramsallaştırma eksikliğine dikkat çekti, Türkiye’de aile içi şiddeti tartışabilmek için “aile”nin varsayılmaması gerektiğini söyledi. Ailenin yasalarda nasıl ele alındığı, aile ile ilgili toplumsal tahayyüllerin nasıl şekillendiği ve bunların hayatlarımızı nasıl etkilediği önemli sorular olarak karşımıza çıkıyor. Sirman 2002’de Medeni Kanun’da yapılan değişiklikleri örnek olarak verdi. Bu değişikliklerle, örneğin, artık “aile reisi” yok; bir anlamda aile içinde kadın erkek arasında bir eşitlik getirildi. Ancak Anayasada aile toplumun temel birimi olarak görülmeye devam ediyor; erkekler kanunda ailenin reisi olmasalar da pratikte aileyi de devleti de yönetmeye devam ediyorlar ve aile ile devlet arasındaki kurulu bu ittifak bozulmuyor. O halde feministler olarak nasıl sorular sormamız gerekiyor? Sirman’a göre yasalarda yapılan değişikliklerin aile ve devlet arasındaki ilişkileri nasıl etkilediği sorulması gereken sorulardan Geleneksel aile ve modern aile kutuplaşmasının ötesinde, Türkiye’deki aile yapılarının nasıl tanımlanabileceği ve gündelik hayatı nasıl belirlediği bakılması gereken alanlardan bir diğeri. Bunların dışında, aile değerleri nasıl tanımlandığı ve bunun üstünden ne gibi söylemler üretildiği, ne gibi yasal mekanizmalar kurulduğu yine feministlerin tartışması gereken konular arasında yer alıyor. Devletin “güçlü aile”ye yaptığı vurgu ile sosyal harcamalara devletin para ayırmaması ve sosyal harcama eksikliğinden kaynaklanan sorunların aile ilişkileri içersinde çözülmesinin Türkiye’deki aile yapılarını nasıl etkilediği tartışılması gereken alanlar arasında. Ya da “aileyi korumak” adına kadın ve LGBTT haklarının görmezden gelinmesi feministlerin bu konuya nasıl yaklaşacakları ve bu konuda nasıl bir politika geliştireceklerini de belirliyor. Aile içi şiddet tartışılacaksa, ailenin Türkiye toplumunda nasıl bir yere oturduğu son derece önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Sadece aile değil, aynı zamanda birey, birey ve toplum ilişkisi de bakılması gereken alanlar arasında yer alıyor. Nükhet Sirman, Belgin Tekçe’nin yaptığı çalışmaya[2] referans vererek şöyle bir örneği dile getirdi: Belgin Tekçe’nin çalışmasında, görüşme yaptığı kadınların bazıları “görücü usulüyle evlenmeyi tercih ettiklerini” söylerler. Batılı birey-aile-toplum algıları içersinden baktığımızda bu paradoksal bir durum olarak görülür. Çünkü görücü usulü bireyi yok sayan, ailenin birey üzerinde kurduğu bir baskıya işaret eder. Ancak bu çalışmada kadınların bunu tercih etmesi Türkiye’de birey-aile-toplum ilişkisine farklı bir perspektiften yaklaşmamız gerektiğini gösterir. Aile bireylerin, kadınların reddettikleri bir kurum ya da ilişkiler ağı değil, kimi koşullarda bireyi ya da kadını güçlendiren bir yerde duruyor olabilir. Bu örnekten de hareketle Nükhet Sirman Türkiye’de feministlerin belli kavramları varsaymamaları gerektiğini, kadına yönelik aile içi şiddeti konuşacaksak bunu nerede olduğumuzu bilerek yapmamız gerektiğini ve aile, birey ve birey toplum ilişkisinin nasıl tahayyül edildiğinden bağımsız bir şekilde bunu yapamayacağımızı vurgulayarak konuşmasını bitirdi. Birinci oturumun bir diğer konuşmacısı Almanya’dan Alice Salomon Hochschule, University of Applied Sciences’dan Prof. Dr. María do Mar Castro Varela’nın sunumu Almanya’daki göçmen kadınların deneyimlerini merkeze alarak sığınak deneyimleri ve burada karşılaşılan çeşitli sorunlar üzerineydi. Göçmen kadınların şiddete uğradıkları zaman karşılaştıkları yasal zorluklar kadar farklı toplumsal baskılara da değinen María do Mar Castro Varela sadece göçmen kadınlar için açılan çok kültürlü sığınma evi deneyimini paylaştı. Bunun yanı sıra Almanya’daki sığınma evlerinin artık devlet hizmeti olduğundan hiçbirisinin feministler tarafından işletilmediğini ve durumun getirdiği artı ve eksilerin feminist hareket açısından iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Birinci oturumun birinci bölümü Ayşe Gül Altınay’ın Yeşim Arat ile birlikte yaptıkları ve “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” adıyla kitaplaştırdıkları çalışmanın sunumu[3] ve İstanbul Feminist Kolektif’ten Meriç Eyüboğlu’nun Kadın Cinayetlerine İsyandayız kampanyası üzerine yaptığı sunumla[4] sona erdi. Birinci oturumun “Uygulama Örnekleri ve Bütçe Sorunu” başlıklı ikinci bölümünde kadına yönelik aile içi şiddet konusunda yapılan çalışmalar ve bunların bütçelendirmesinde karşılaşılan sorunlara değinildi. Kadının Sosyal Statüsünü Geliştirme (KSGM) Daire Başkanı Olcay Baş yaptığı konuşmada KSGM’nin bu alanda yürüttüğü çalışmaları ve yayınladığı raporları paylaştı. Oturumun ikinci konuşmacını İçişleri Bakanlığı Kadın Sığınma Evleri (Eski) Proje Koordinatörü Nazik Işık yaptı. Işık’ın “Kadına Yönelik Aile içi Şiddetle Mücadelede ‘Gören Göz’ Edinmenin Yolları” başlıklı sunumunun temel vurgu noktası bütçe analizinin feministlerin çok fazla girmediği bir alan olmakla beraber bütçe hazırlama süreçlerinin de cinsiyetlendirilmiş olduğu ve bu sebeple feministlerin de müdahil olması gereken bir alan olduğuydu. Sunum üç genel başlık altında topladı: Bunlardan ilki bütçe analizinin önemiydi. Işık, bütçenin ekonomik ve sosyal politikaların ‘politik irade’ ile buluştuğu yer olduğundan feministlerin de ilgilenmesi gereken bir alan olduğunu, ancak genelde “teknik bir alan”, “bizim anlamadığımız, bizim erişemeyeceğimiz” bir alan olarak nitelendirildiğini söyledi. Bunun çözümünün de cinsiyete duyarlı bütçe hazırlanması ve bunun için toplumsal baskı oluşturulması olduğunu vurguladı. İkinci başlık bütçe ihtiyaç ilişkisiydi Işık bütçe hazırlanabilmesi için ihtiyaçların bilinmesi gerektiğini ve bizim bugün şiddetin sosyal ve ekonomik maliyetini bilmediğimizi belirtti. Son olarak da siyaset ve parti politikalarının analizine değinen Işık, nihayetinde kaynak üreten ve dağıtanların hükümet ve siyasi partiler olduğunu bu sebeple bütçe hazırlanması süreçlerinin son derece ideolojik olduğunu söyledi. Oturum Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Songül Sallan Gül ve Mor Çatı’dan Gülsun Kanat’ın konuşmalarıyla son buldu. Konferans’ın üçüncü oturumu “Erkek Egemenliğini Güçlendiren Politika ve Uygulamalar” Serpil Sancar’ın sunumu ile başladı. Sancar’ın sunumundaki temel soru şiddet uygulayan erkekle ilgili nasıl bir feminist bakış geliştirilebileceğiydi. Bu alanda Türkiye’deki kavramsal tartışmaların yetersizliğine vurgu yapan Sancar basit bir soru ile başladı: “Erkek şiddeti mi demeliyiz, eril şiddet mi?” Sancar bu noktada eril şiddet demenin daha doğru bir kullanım olduğunu vurguladı ve sunumu boyunca da aslında erkekliğin toplumdaki farklı iktidar ilişkileri içersinde nasıl kurulduğu, şiddetin bu kuruluşla nasıl iç içe olduğunu vurguladı. Sancar’a göre şiddet erkeklerin kimyasal yapılarından dolayı kaynaklanmıyor; feministlerin de bu tür doğallaştırma ve meşrulaştırmalardan uzak durması gerekiyor. Sancar’a göre iki ayrı şiddet olgusu var; biri norm uygulamaya çalışan şiddet (yani devlet) diğeri de kişisel iktidarı uygulamaya çalışan şiddet. Sancar’a göre önemli olan bu iki olgu arasında nasıl bir ilişki olduğu. Sancar, eril şiddetin basit bir boyun eğdirme politikası olarak ele almanın yüzeysel bir yaklaşım olduğunu, şiddeti incelerken aynı zamanda arzu ve tutku gibi farklı yönleri de dahil ederek daha karmaşık bir kavramsallaştırmaya gidilmesi gerektiğini vurguladı. Konuşması boyunca Sancar Türkiye’de kadına yönelik şiddet alanında çalışan feministlerin tartışması ve araştırması gereken pek çok önemli soruya dikkat çekti. Bunlardan ilki kadına yönelik şiddet ile diğer şiddet türleri arasında nasıl bir ilişki olduğu ve farklı şiddet türlerine karşı mücadelenin ayrı ayrı mı yoksa beraber mi yürütüleceğiydi. Bununla birlikte, kadına yönelik şiddet ile ilgili yasal düzenlemeler yaparken genel olarak şiddete dair nasıl bir yaklaşım oluşturulması gerektiği feministlerin politika oluştururken düşünmesi gereken sorulardan bir diğeri. Sancar’ın açtığı bir diğer önemli tartışma erkeklik ve şiddetin hangi noktalarda iç içe geçtiği üzerine kurulu. Bu anlamda devletin savunma ve güvenlik politikalarına bakmak bu kurumsal politikaların militarizmle ilişkisini irdelemek önemli. Serpil Sancar şu sıralar tartışılan zorunlu askerlik-profesyonel ordu, bireysel silahlanma ve silah ruhsatı edinme yaşı ile ilgili kanun tasarısı gibi konuları bu bağlamda gündeme getirdi. Bunlar doğrudan kadınları ilgilendiren konular gibi gözükmese de Sancar’a göre feministlerin tartışması ve söz ve politika üretmesi gereken konular; nihayetinde kadına yönelik şiddetin toplumdaki şiddet ortamından bağımsız bir şekilde ele alınması eksik bir analize yol açacaktır. Sancar sadece kadına yönelik şiddete odaklanmanın feminist bir analiz ve politika geliştirmede kısıtlayıcı olduğunu, şiddetin nasıl erkeklikler kurduğuna ilişkin bakılabilecek bir diğer alanın erkekler arası şiddet olduğunu belirtti. Eğlence kültürü ya da futbol maçlarında ortaya çıkan şiddet de aile içi şiddetle beraber düşünülmesi gereken alanlar Sancar’a göre. Oturum, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Hülya Uğur Tanrıöver’in medya ve şiddet ilişkisi üzerine yaptığı sunumun ve ardından Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfından Pınar İlkkaracan’ın konuşmalarıyla devam etti. Konferans “2010’lu Yıllarda Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Stratejileri” forumu ile sonlandı. [3] “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet” çalışmasıyla ilgili detaylı bilgi için bakınız: http://www.kadinayoneliksiddet.org/ [4] “Kadın Cinayetlerine İsyandayız” kampanyasıyla ilgili detaylı bilgi için bakınız: http://kadincinayetlerineisyandayiz.blogspot.com/ |
İzmir Kadın Dayanışma Derneği, hayatın her alanında cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin de kaynaklık ettiği şiddete karşı mücadele etmek ve kadının insan haklarının korunması, geliştirilmesi için çalışmak üzere kuruldu. Ayrıca Kadın Danışma Merkezi çalışmaları ile şiddete maruz bırakılan kadınlarla dayanışmaya devam ediyor.
Sayfalar
2010’lu Yıllarda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Konferansı
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder