Sayfalar

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE MEDYA ATÖLYESİ




ŞİDDETE KARŞI
İZMİR KADIN KOORDİNASYONU
“TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE MEDYA ATÖLYESİ”
12 - 13 Şubat 2011
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Bayraklı - İZMİR


SONUÇ BİLDİRGESİ







TMMOB İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU’nun katkılarıyla...

ŞİDDETE KARŞI
İZMİR KADIN KOORDİNASYONUNUN
ÇALIŞMA İLKELERİ


   Cinsiyet ve cinsel yönelim nedeniyle uygulanan her türlü şiddetle mücadele eder.
   Konsensüsle karar alır
   Eril ve yargılayıcı bir dil kullanmaz 
   Her türlü ayrımcılığa, ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı çıkar
   Koordinasyon bireyleri gönüllülük temelinde çalışır
   Her katılımcının ister kurum temsilcisi olsun ister bireysel olsun söz hakkı vardır.


Koordinasyon fikri, özü itibariyle kadın dayanışmasının güçlendirilmesine duyulan isteğe dayanır. Bu nedenle olabildiğince
çok kadın örgütü ve kadının katılımıyla zenginleşeceğine inandığımız bir çeşitlilikle hayata gözlerini açmıştır. Bu nedenle Koordinasyon’un
ilke ve amaçlarını benimseyen tüm kadınları ve
kadın örgütlerini bu birlikteliğe davet ediyoruz.
Gelin dünya ile aramıza dikilen engelleri
aşmanın yollarını birlikte arayalım.



KOORDİNASYON KATILIMCILARI

İzmir Amargi, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, Bağımsız Kadın İnisiyatifi,
Çiğli Evka 2 Kadın Kültür Evi, Buca Evka 1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi,
Emekçi Kadınlar Derneği, Kadın Yazarlar Derneği, TMMOB İzmir İKK Kadın Çalışma Grubu, ÇHD İzmir Cinsiyetçilik ve Cinsel Yönelim Ayrımcılığına Karşı Çalışma Grubu, İnsan Hakları Derneği, Emek Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi,
Sol Hareket, Emekçi Hareket Partili Kadınlar,
Barış ve Demokrasi Partisi İl Kadın Meclisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi,
Eşitlik ve Demokrasi Partisi Kadın Meclisi, İzmir Barosu Kadın Komisyonu,
Bağımsız Feministler.





TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE MEDYA ATÖLYESİ
12-13 Şubat 2011
MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Bayraklı – İZMİR


1. Gün (12 Şubat 2011, Cumartesi) / Akdeniz Salonu (A Katı)

09.00-09.30  :  KAYIT
09.30-12.00  :  Koordinasyon Adına Açılış Konuşması  / Akdeniz Salonu (A Katı)

Açılış Paneli;  “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Farkındalık”
                        “Toplumsal Cinsiyet ve nefret söylemi” Prof. Dr. Melek Göregenli
                        “Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk” Av. Sema Pekdaş (İzmir Barosu Bşk.)
                        “Toplumsal cinsiyet ve medya” Prof. Dr. Sevda Alankuş

12.00-13.00  : Öğle arası / Kordelya Salonu (T Katı)

13.00-18.00  :         ATÖLYE ÇALIŞMALARI / İzmir Salonu (Zemin Katı)

1 no’lu Atölye → “MEDYADA CİNSİYETÇİ DİL”
                               Moderatör: Prof. Dr. Huriye Kuruoğlu - Hatice Bülbül
                               Yazman: Nazan Sakallı
2 no’lu Atölye → “MEDYADA BEDEN”
                               Moderatör: Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun - Rana Kudas
                               Yazman: Selda Ustabaş, Fulya Arman
3 no’lu Atölye → “MEDYADA AYRIMCILIK VE ŞİDDET”
                               Moderatör: Yrd. Doç Dr. Zuhal Çetin Özkan
                               Yrd. Doç. Dr. Sabire Soytok Batur
                               Yazman: Türkan Karagöz
4 no’lu Atölye → “MEDYADA ETİK VE DENETİM”
                               Moderatör: Yrd. Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz, Gökçen Başaran İnce, Yurdagül Bezirgan
                               Yazman: Sevgi Çifter
5 no’lu Atölye → “TOPLUSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE SOSYAL MEDYA”
                               Moderatör: Öğr. Gör. Burak Doğu - Av. Ayşe Kaymak
                               Yazman: Özge Yolcu
14.00-17.00  :
6 no’lu Atölye → “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ İÇİN MEDYADA NE YAPIYORUZ?
                               NE YAPABİLİRİZ?”
                               Moderatör: Prof. Dr. Sevda Alankuş – Av. Sema Pekdaş - Seher Şen
                               Yazman: Asuman Memen

2. Gün (13 Şubat 2011, Pazar) / Akdeniz Salonu (A Katı)

09.30-14.00: Taslak  sonuç bildirgesini tüm atölye katılımcılarının bulunduğu
                        salonda sunulması ve son halinin verilmesi – Kapanış



Editörler: Prof. Dr. Sevda Alankuş, Seher Şen, Hatice Bülbül

İZMİR’DE, MEDYA VE KADIN ÖRGÜTLERİ, KADIN CİNAYETLERİNİ
DURDURMAK VE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ
SAĞLAMAK İÇİN DAYANIŞMA SÖZÜ VERDİ

Sunuş

       “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Medya Atölyesi”; Şiddete Karşı İzmir Kadın Koordinasyonunun öncülüğünde, kadın  örgütleri, belediyelerin kadın danışma merkezleri ve sığınma evleri, SHÇEK, meslek odaları ve konuyla ilgili çalışmalar yapan dernekler, Gazeteciler Cemiyeti ve basın meslek kuruluşları, kent konseyi kadın meclisi üyeleri, üniversitelerin kadın araştırma merkezleri, yazılı – görsel – işitsel ve sosyal  medya kuruluşlarının temsilcileri ile akademisyenlerin katılımı ve destekleriyle 12 - 13 Şubat 2011 tarihlerinde İzmir’de Tepekule Kongre ve
Sergi Merkezinde gerçekleştirilmiştir.


       Medyada cinsiyetçi dil; Medyada beden; Medyada ayrımcılık ve şiddet; Medyada etik ve denetim; Toplusal cinsiyet eşitliği ve sosyal medya; Toplumsal cinsiyet eşitliği için medyada ne yapıyoruz? Ne Yapabiliriz? başlıklarında gerçekleştirilen 6 atölye çalışmasına yukarıda belirtilen kesimlerden 92 kişi katılmış; panel ve sonuç bildirgesi oturumlarıyla toplam katılımcı sayısı 110 kişiye ulaşmıştır.

       Kadına karşı toplumsal ayrımcılığın ve hak ihlalinin en ağır hali olan kadın cinayetlerinin ve her türden şiddetin giderek artması karşısında daha fazla şey yapmak ihtiyacı ile bir araya gelen bu kesimler; en temel insan hakkı olan “yaşam hakkı” ile “toplumsal cinsiyet eşitliği” hakkına yönelik ağır ihlallerde bulunanlar karşısında medyanın toplumsal sorumluluğunun yeniden tanımlaması gerektiği tespitinden yola çıkmıştır.

       Amacımız; Toplumsal cinsiyet eşitliğinin yaşama geçirilmesi yolunda, İzmir’de toplum ile medya arasında bir köprü kurarak, ortak talepler etrafında, ortak dil, davranış ve sürekli diyalog oluşturulmasını, hep birlikte dönüştürücü adımlar atılmaya başlanmasını sağlamaktır. Medya ile sivil toplum temsilcilerinin artık ortak eyleme dönüşmesini istediğimiz sesini İzmir’den Türkiye’ye yayılmak üzere duyurmak istedik. 

       Bu çalışmanın ülkemizde “toplumsal cinsiyet eşitliğinin” sağlanması yönünde önemli bir adım olmasını diliyor; atölyemize destek veren moderatörlere ve moderatör yardımcılarına, organizasyona destek veren TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kuruluna, Makina Mühendisleri Odası İzmir Şubesine ve İzmir Barosuna; atölyemize temsilci gönderen kurumlara, basın meslek kuruluşlarına, İzmir Gazeteciler Cemiyetine, derneklere, bireysel katılımcılara ve medya mensuplarına, atölyemizde görev alan öğrencilere ve çay arası ikramlarımızın sponsoru olan Madlen Pastacılık’a teşekkür ediyoruz.

Şiddete Karşı İzmir Kadın Koordinasyonu




1 NO’LU ATÖLYE:
MEDYA VE CİNSİYETÇİ DİL SONUÇ RAPORU
Moderatör: Prof. Dr. Huriye Kuruoğlu - Hatice Bülbül  //  Yazman: Nazan Sakallı

       Medya ve cinsiyetçi dil başlıklı atölyeye Moderatör ve yardımcısı ile birlikte toplam 16 kişi katıldı. Moderatör tarafından medyada cinsiyetçi dilin anlam, sebep ve sonuçları üzerine kısa bir sunum yapıldı. Sunumda özetle aşağıdaki belirlemelerde bulunuldu:

       Ülkemizde medyada karşımıza çıkarılan kadın ve diğer ötekileştirilen toplumsal cinsiyet temsillerine baktığımızda, daha çok, “eş”, “anne” gibi geleneksel rol modelleriyle, ya da bedenleri üzerinden temsil edilerek
cinsellikleri nesneleştirilen kadınlarla karşılaşılmaktadır.


       Böylelikle yüzyıllardır kadını esas olarak “özel alan”da görmek isteyen, kamusal alana çıkışına koşullu olarak izin verirken de, “cinsel nesne” olarak görmeye devam eden zihniyet, devletin ideolojik aygıtlarından biri olan
medya tarafından yeniden üretilmektedir.

       Başka ifadeyle, Chomsky’nin “Rızanın İmalatı” isimli kitabındaki kavrama gönderme yaparsak, iktidarın sürekliliğini sağlamak için ihtiyaç duyduğu, “toplumsal rıza” kadınlar aleyhine zihniyet örgüsü kuran bir dil/söylem aracılığıyla kurulmaktadır.

       Medya ürünlerinde karşımıza çıkan, toplumda zaten eşitsizlikler ve ayrımcılıklara maruz bırakılan kadınları ve LGBTT bireylerini mağdur eden bir dil/söylemdir. Bu dil cinsiyetçi yaklaşımı besleyen ortak düşünce kalıplarının oluşmasına ve yeniden üretilmesine neden olmakta, bunların meşrulaştırılarak, içselleştirilmesini sağlamaktadır. Sorunun önemli bir boyutu da, medyanın aynı zihniyet yapısının içine hapsedebildiği ölçüde kadınlar ve LGBTT bireyler olarak bu ötekileştirilenleri, mağduriyetleri karşısında mücadele edemez hale getirmesidir.

       Sunumun ardından, yazılı basından seçilen örnekler üzerinden yürütülen tartışmalar çerçevesinde aşağıdaki üç soruya cevap aranmıştır.

1.   Medyada nasıl bir cinsiyetçi dil/söylem kullanılıyor? Bununla en fazla hangi                 medya metinlerinde, yazı türlerinde, programlarda karşılaşılıyor?
2.   Medyadaki bu cinsiyetçi dil/söylem okuyanı, izleyeni,
dinleyeni nasıl etkiliyor? Toplumsal cinsiyet rollerini nasıl yeniden üretiyor?

3.   Mevcut durumu değiştirmek için neler yapılabilir?

Bu sorulara katılımcıların verdiği ve üzerinde tartıştığı cevaplar üzerinden sorun alanlarına ilişkin tespitler, nedenleri ve çözüm önerileri şu şekilde özetlenebilir:


I. Medyada cinsiyetçi dilin/söylemin niteliği ile ilgili tespitler

       Medya ataerkil bir bakış açısı ve eril bir dile/söyleme sahip. Bu dil/söylem ile, hem kadınlarla, hem de LGBTT bireylerle ilgili olarak, bütün medya türleri ve formatları içinde karşılaşılıyor. Haber -özellikle de televizyon haberleri- bunlar arasında cinsiyetçi söylemi yeniden üreten en önemli formlardan bir tanesi. Çünkü, izleyiciler dizilerin veya filmlerin “kurgu” olduğunu bilirlerken, haberlere doğru ve gerçek oldukları gerekçesiyle güven duyuyorlar, inanıyorlar. Haber mesajlarını sorgulamaksızın kabullenmeye daha hazır oluyorlar.

       Örneğin haberlerde karşımıza çıkan “Üniversiteli kızın barda ne işi var?” gibi bir anlatı ile kadınların yaşamın her alanında bulunma hakkına müdahale ediliyor. “Bursa’da travesti dehşeti” gibi başlıklarla, bir toplumsal cinsiyet kategorisi sürekli olarak suç faili haline getiriliyor. “Kadın sürücü otomobiliyle lokantaya girdi” başlığı “erkek sürücüler” ile ilgili hiç böyle bir başlıkla karşılaşmadığımıza göre, kadının dahil olabileceği esasen erkeklere ait sayılan alanlarda nasıl beceriksiz olduğuna gönderme yapılıyor.

       Hadise hem göze hem kulağa hitap etti” denilerek ya da “Bu Hadise iş yapar” başlığı atılarak bir kadın şarkıcı bir kez daha öncelikle bedeni üzerinden temsil ediliyor. Defne Joy Foster öldüğünde “su testisi su yolunda kırılır” diyen bir köşe yazısı yayınlanabiliyor. Böylelikle “yollu kadın” söylemi ile, bu tür kadınların ölmek gibi bir cezayı hakkettikleri biçimindeki gündelik hayatta kadınlık ve erkeklik kimliklerini kuran söylemler yeniden üretiliyor.

       Eleştiri konusu haberlere ilişkin yapılan okuyucu yorumlarına bakıldığında ise, medyanın diliyle gündelik hayatın dilinin nasıl örtüştüğü görülebiliyor. Çünkü, “Özellikle bizim Türk kadınları, erkekleri yolmaya, kullanmaya odaklanmış durumda”; “Kadına inanan kendini, inanmayan da kadını aldatır. Kadına güvenilmez” ya da “Of Hadise of, çok güzelsin, mini etek sana çok yakışıyor, hastayım sana” karşılaşılan yüzlerce benzer yorumdan sadece iki tanesi.

       Türkiye’deki diziler genellikle aile odaklı, ve kadın kahramanlar en çok ev içi mekanlarda anne, eş, kayınvalide, varsıl evlerinde çalışan kadınlar gibi kategorilerle karşımıza çıkarılıyor. Bu dizilerde kamusal alana çıkmış, çalışan kadın tiplemelerine görece çok daha az yer veriliyor. Böylelikle toplumun kadına yüklediği eş ve anne kimliklerinin dışındaki farklı kadınlık durumları ve yaşantıları yeterince medyada temsil edilmemiş oluyor. Ayrıca kadın çoğu zaman geleneksel ataerkil roller içerisinde ya da kamusal alana çıkmış olsa bile kendisinden beklenen “geleneksel” ile “modern” roller arasında sıkışmış ve alternatifsiz olarak gösteriliyor. Bu sıkışmışlığın dışına çıkmaya her çalıştığında da kendisine bir bedel ödettiriliyor.

       Diğer yandan kadına yönelik şiddet, psikolojik nitelikli olandan, fizyolojik şiddete kadar her türlü formuyla karşımıza çıkarılıyor. En yaygın olarak temsil edilen şiddet türlerinden birisi ise gerek aile içi gerekse aile dışı erkeklerin öznesi olduğu tecavüzler.

       Bunların nasıl temsil edildiğine gelince: Atölyenin gerçekleştirildiği sıralarda henüz gösterimde olan “Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisi ile dizinin başlarında gerçekleşen tecavüz sahnesinin medyada bu dizi dışındaki formlarda sürekli yeniden üretimi dizilerde kadına yönelik şiddetin gösteriminin bağlamına ilişkin önemli bir örnek oluşturuyor. Aslında bizi kadına yönelik tecavüzle, böyle durumlarda çok rastlanan tecavüzcüsüyle evlendirilme haliyle yüzleştiren Vedat Türkali’nin “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı romanından uyarlanan bu dizi film, tecavüzün medya eliyle olağanlaştırılıp, ticarileştirilmesine örnek haline geliyor. Özetle dizi ve diziye gönderme yapan diğer bütün haber, magazin, talk-show formatları aracılığıyla ve “izlenirliği” artırmak adına, tecavüzü sıradan, pornografik, gülünebilir, simule edilebilir hale getirmiş durumda. Diziden esinlenerek “Koş Fatmagül Koş” isimli bir bilgisayar oyunu yapılabiliyor. Dizideki tecavüz sahnesine gönderme yapan bir popüler dil gündelik hayattaki kimi tüketim nesnelerinin esinleyicisi olabiliyor, bunların pazarlanmasında kullanılabiliyor. Medya bu dili “Fatmagül’ün donu çıktı”, “Fatmagül’ün şişmesi geliyor”, “İster Tecavüz Et, İster Koynuna Al Yat” gibi başlıklar taşıyan haberlerle yeniden sayfalarına taşıdığında, her 4 saatte bir kadına tecavüz edilen ya da tecavüze yeltenilen ülkemizde, “tecavüz” olağanlaştırılıyor, hatta üzerinden kar elde edilebilir hale geliyor.

       Cinsiyetçi dilin en yaygın olarak kullanıldığı medya ürünü ise reklamlar. Reklamlardaki bu dil/söylem ise, özellikle çocukları etkiliyor ve onların cinsiyetlere ilişkin genel geçer rol kalıplarını öğrenip, içselleştirmelerine yol açıyor. Çünkü, izlenecek haber programı veya dizinin seçilebilme olanağı olmasına rağmen, reklamlar her kanalda ve her programın arasında yer alıyor. Reklam görüntüleri sürekli tekrarlandığı için daha çok akılda kalıcı oluyor ve bilinçaltına açıktan müdahale edebiliyor. Örneğin tüketime yönlendirici etkileri bir yana, çocuklar reklamlardaki gibi, mükemmel, her istediklerini yapan annelerinin olmasını istiyorlar.

       Bunların dışında magazin programları, diziler, talk showlar, sabah saatlerinde yayınlanan kadın programları, güzellik yarışmaları ve sosyal medya da cinsiyetçi dilin kullanıldığı ürünler olarak karşımıza çıkıyor.

Böylelikle cinsiyetçi söylem ve zihniyet yapısı, medyanın çeşitli türleri ve bu türlerde karşılaştığımız farklı formlardaki anlatılar içerisinde sürekli üretilerek karşımıza çıkarılıyor, bu üretim dolaşımda olan gündelik anlatılar ile örtüştüğü oranda etkili oluyor, onunla eklemlenerek yeniden-üretime dönüşüyor. Bütün bunların sorgulanmadan tüketilmesi ve içselleştirmesi ise, bundan en fazla mağdur olanları bile, ataerkil düzenin cinsiyetçi bakış açısını yerinden etmek üzere mücadele edemez hale getiriyor.
II. Medyada cinsiyetçi dilin/söylemin yeniden üretilmesinin nedenleri:

       Medyanın bu dilinin/söyleminin neyin haber değeri taşıdığı neyin taşımadığı konusundaki öğrenilmiş genel geçer gazetecilik pratikleri, editöryel tercihler ve varsayılan okuyucu/izleyici/dinleyici talebi ilişkisi:
Bir basın çalışanının yaptığı tespit özetle şu: “Türkiye’de dram varsa haberdir.” Tespit başka şunları vurguluyor:

       “İçinde hayvan, çocuk ve kadın geçen olaylar ancak haber niteliği taşıyor. Bunların da içinde bir mağduriyet dilini barındırması gerek. Bizim yasal olarak dinlediğimiz polis telsizleri vardır. Her kazaya gitmeyiz. Ölü varsa, kaza geçirenler arasında mesela arabaya sıkışan hamile kadın varsa bir numaralı haberdir. Böyle durumlarda orada bulunan vatandaşlar biz oraya gidene kadar ambülânsı çağırmazlar. Kaza geçiren kadın yaralı kurtulsa haber olmaz ama kadın alkollü ise haber olur. Bu arz talep meselesi...”

       “...İntihar olaylarında olay yerine gelen annenin gözyaşlarını çekmekle uğraşıyoruz, hiçbirimiz “teyze bir sakin ol” deyip bir bardak su vermiyoruz. Şehit haberlerine gidiyoruz, misal aile çok ağlıyorsa haber değeri var. Cinayet işleniyor keşfe katılıyoruz, çekiyoruz. Konak’ta basın açıklaması oluyor, çekiyoruz ama çatışma çıkmazsa yaptığımız haber yayınlanmıyor”.

       Dolayısıyla basın mensupları, işverenleri tarafından mağdur hikâyeleri yazmaya zorlanıyorlar. Gerçekten haber değeri olan olaylarla ilgili yaptıkları haberler dikkate alınmıyor.

       Atölye çalışmasına katılan bir gazeteci tarafından yapılan bu belirlemelerin en çok tartışılan kısmı, sözkonusu durumun “halk böyle istiyor” iddiası ile açıklanıp açıklanamayacağı oldu. Tartışma sonrasında beliren çoğunluk eğilimi ise; bu arzın medya kuruluşları tarafından oluşturulduğu, yani arzu edilen rızanın aslında yaratılmış olduğu yönündeydi. 

       Medyanın cinsiyetçi söylemi yeniden üretiyor olmasının nedenlerinden bir diğeri ise, medyada çalışanlardan karar vericiler durumunda olanların çoğunlukla erkek olması. Kuşkusuz bu, medyada çalışan kadınların bu cinsiyetçi söylemi yeterince sorgulayabildikleri ve değiştirmeye yeltenebildikleri ya da kadın çalışan ve yönetici sayısının tek başına durumu değiştirmeye yeteceği anlamına gelmiyor. Çünkü aslında bir çok kadın, içselleştirmiş oldukları bu dil/söylemi yeniden–üreten bir varoluşla medyada bulunmaya devam ediyorlar. Ancak kadınların mağduriyetinin bir de medya eliyle üretildiği bir çok durumda, artık kadın gazeteciler, kimi erkek gazetecilerle birlikte seslerini artık daha çok yükselterek tepki verebiliyorlar, ya da kendi medya kuruluşlarının bu türdeki ihlallerinin takipçisi haline gelebiliyorlar.

       Medya ürünlerinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığını yeniden-üreten söylemin, özellikle de tecavüz, şiddet haberlerinin verilişiyle, magazin haberlerinde olduğu gibi, bedenlerinin gösterilme biçimi üzerinden kadınların birbirleriyle rekabete sokulmasının en önemli gerekçesi, bunların daha çok ilgi çekip, izlendiğini, okunup, dinlendiğine dair veriler ve özellikle televizyon sözkonusu olduğunda bu verilerin elde edildiği ölçümler oluyor. Bu da sözkonusu durumun, bir “arz-talep” ilişkisi biçiminde açıklanmasına neden oluyor. Ancak atölye katılımcıları, medya kuruluşlarının ticari bir işletme oluşunun, eleştirilen cinsiyetçi söylemin varlığını ancak kısmen açıklayacağı görüşünde birleşmişlerdir.

ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

       Katılımcılar kısa ve orta vadede gerçekleştirilebilecek önerilerini sunmuşlardır. Ayrıca moderatör de uzun vadede yapılabilecekler konusunda önerilerini dile getirmiştir. Üzerinde uzlaşma sağlanan çözüm önerileri ise şöyle sıralanabilir:

1.   Cinsiyetçi dil/söylemle mücadele konusunda farkındalık yaratmak, bu farkındalık çerçevesinde, ısrarlı ve kararlı biçimde örgütlenmek gerekiyor. Bu alanda “en küçük” örgütlenmenin, bireysel girişimin dolayısıyla mevcut kanalları kullanarak bireysel tepki göstermenin, ifade edip yazmanın bile önemi büyük.

2.   Farkındalığın ve örgütlenmelerin cinsiyetçi yayınları sürekli olarak takip ve tespit etmek, afişe etmek ve duruma göre çeşitli eylem biçimleri geliştirip uygulamak biçiminde olması gerekiyor.

3.   Sözkonusu örgütlenmelerin bir ağ gibi yayılması, birbiriyle ilişki içerisinde olması, ortak eylemlilik geliştirebilmeleri gerekiyor.
Bağımsız ya da alternatif medya tanımına girecek yayınların oluşturulması ve desteklenmesi gerekiyor.

4.   Medyaya yönelik kamusal denetim ile oto-kontrol mekanizmalarının iletişim hak ve özgürlüğünü engellememeleri, sansürcü bir zihniyetle ve çifte standartlarla davranmamaları konusunda gözetlenerek desteklenmeleri, harekete geçirilmeleri gerekiyor. Bu konuda yine aynı hassasiyet korunarak yeni yasal düzenlemeler konusunda inisiyatif alınması öneriliyor.

5.   Medya okuryazarlığı eğitimlerinin alanının her yaş grubunu hedefleyecek şekilde düzenlenmeleri ve gerçekleştirilmeleri gerekiyor.

6.   Basın özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması ve tek taraflı bilgi akışının olumsuz etkilerinden korunmak için mücadele etmek gerekiyor.
Cinsiyet ayrımcılığı konusunda farkındalık yaratmak için çeşitli meslek kategorilerine özellikle de medya çalışanlarına yönelik atölye ve eğitim çalışmalarını artırmak, işler hale getirmek gerekiyor.
Basın meslek örgütlerinin ve Gazeteciler Cemiyeti’nin bu alanda aktif katkı ve desteklerinin sağlanması gerekiyor.


7.   Eğer toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile mücadenin bir parçası medyanın kadınlara yönelik dilinin değiştirilmesi ise, bu dilin aynı zamanda homofobik bir nitelik taşıdığının unutulmaması gerekiyor. Dolayısıyla aynı farkındalık ile bu dili/söylemi yerinden etme çabası ve örgütlenmenin LGBTT bireyler için ve onlarla birlikte gösterilmesi de gerekiyor.

2 NO’LU ATÖLYE: MEDYADA BEDEN SONUÇ RAPORU
Moderatör: Prof. Dr. Gülgün Erdoğan Tosun - Rana Kudas // Yazman: Fulya Arman

Medyada Beden başlıklı atölyeye Moderatör ve yardımcısı ile birlikte
toplam 18 kişi katıldı.


       “Medyada Beden” Atölyesinin amacı, yaygın medyada kadın bedeninin temsilinin irdelenmesidir. Atölyede, günlük gazetelerden reklamlara, televizyon dizilerine kadar çeşitli mecralarda kadın bedeninin temsilinin sorunları, medyanın cinsiyetçi tutumu tartışılmıştır. Medyanın cinsiyetçi tutumuna ilişkin tartışmanın başlangıç noktası, ana akım medyanın cinsiyeti konusu olmuştur. Atölyenin temel hedefi, medyada kadın bedeninin sorunlu temsilinin görünürdeki ve derindeki nedenleri, sonuçları ve bu sorunlu temsille başa çıkma stratejilerini ortaya koymaktı.

       Atölye çalışması kapsamında, ilk olarak medyada kadın bedeninin nasıl temsil edildiği, bu temsillerin farklı türleri ve içinde barındırdığı problemlerle birlikte kadınlar üzerindeki etkilerinin neler olduğu tartışıldı. Ardından kadın bedeninin medyada nasıl denetim altına alındığı ve bu denetimin medyada hangi araçlar üzerinden yapılarak meşrulaştırıldığı çerçevesinde görüşler bildirildi. Son olarak, kadınların medyadaki hak ihlalleriyle başa çıkma stratejileri ve kadın bedenin temsili konusunda katılımcıların neler yapabileceği konusunda fikirler paylaşıldı. Atölye çalışmasında tartışılan hususlar, görüşler ve varılan sonuçlar şöyledir:

1.BÖLÜM:

Atölye kapsamında medyada beden konusunda saptanan sorunlar
1.   Medyada kadın bedeni, ya seks objesi olarak temsil ediliyor ve araçsallaştırılıyor ya da anne figürü olarak cinsellikten arındırılmış, iyi ahlaklı, erdemli bir eş (bedeni) olarak yer alıyor. Kadın bu haliyle daha çok hakkını elde edememiş, hatta annelik rolü, evhanımlığı rolü vb. nedeniyle hakkından feragat etmiş olarak gösteriliyor, “iyi” kadınlar da genellikle bunlar oluyor. Yerli dizilerdeki kadın temsilleri “iyi” ve ‘kötü”, “erdemli” ve “erdemsiz” gibi ikililiklerle kuruluyor, toplumsal, ahlaki olarak “iyi” olan uzun bir mağduriyetin arkasından “kazanırken”, “kötü” olanlar sonunda mutlaka cezalandırılıyor.

2.   Çeşitli medya türleri ve formları içinde kadınlar birbirleriyle bedenleri üzerinden yarıştırılıyorlar. Kadınların mağduriyetleri de en çok bedenleri nedeniyle ve bedenleri üzerinden kuruluyor. Örneğin, yerli dizilerde yer alan “kötü” kadınların beden temsilleri “iyi” kadını yüceleştirecek şekilde farklılaşabiliyor. “İyi” ya da “kötü” kadınlardan birisi, ya da çoğunlukla her ikisi de, öteki kadın nedeniyle çeşitli şiddet türlerinden en az birisi ile karşılaşıyor. Böylelikle her birinin uğradığı şiddet, diğer kadının varlığı/karşıtlığı üzerinden meşrulaştırılıyor. Şiddeti kullanan erkek özne, bu suçtan arındırılıyor.

3.   Kadının medyada görünür olabilmesi için, “bedeninin bir pazar değerinin olması” gerekiyor. Medya, güzel, sağlıklı, ince kadın bedenlerini sürekli olarak karşımıza çıkararak, ideal kadını tanımlıyor, bedenin nasıl olması, görünmesi gerektiği konusundaki standartları belirliyor, bunları zihinlere yerleştiriyor. Kadınlar bu ideal bedene ulaşmak için gene medya tarafından sunulan ürünleri kullanıyor. Böylece medya aracılığıyla kadınlar, gönüllü ve kendi istekleri doğrultusunda denetim altına giriyor; kadın bedeni, kadının kontrol edebildiği bir alan olmaktan çıkıyor. Ne giyeceğimizi, ne yiyeceğimizi medya dolayımıyla piyasa belirliyor.

4. Medya kadın bedenini bir arzu nesnesi haline getiriyor, belirlenen standartlara uygun olarak tektipleştirerek, belli kalıplara uydurmak zorunda bırakıyor. Estetik uzmanlar, beslenme uzmanları ve doktorlar eliyle gerçekleştirilen bu tektipleştirme kadınların bedenlerinden sürekli olarak hoşnutsuz olmalarına, kendilerini “yetersiz” hissetmelerine, ölümcül diyetlerin, yöntemlerin ve hapların bağımlısı haline gelmelerine yol açıyor. Bu durum kadınları psikolojik olarak etkiliyor, beden-benlik algılarını bozuyor.

5. Kadın bedeninin idealize edilmesi durumu erkek bedeni için de geçerli. Erkek ve kadın bedeni üzerinde toplumsal cinsiyete uygun bir denetim ve temsil var. Erkek bedeni temsil edilirken ona bir güç atfediliyor. Örneğin, moda, güzellik, estetik, yaşlanma karşıtı hareketler, kadın bedeninin yanı sıra erkek bedenini de kapsıyor. Erkekler de pazar payını genişletmek için tüketici olarak medya tarafından ele alınsa da ağırlık kadın bedeni üzerine veriliyor. Ayrıca erkeklerin bu sürece dahil olma şekli ve temsili kadınlardan farklı işliyor. Kadınların dış görünümüyle ilgili sunulan medya ürünleri erkeklere göre çok daha sık bir biçimde sağlık ve bilimsel verilerle ilişkilendiriliyor.

6. Bir medya ürün formu olarak haberler, kadın bedeninin teşhir edilmesi, bu teşhir üzerinden mağdur edilmelerine en çok araç olan türlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Gazetelerin özellikle de 3. sayfa haberleri, kimin “erdemli/namuslu” olduğu, kimin olmadığına dair algıları ve ölçütleri belirleyerek kadının hem kamusal hem de özel yaşam alanının sınırlarını çiziyor. Örneğin, şiddete uğramış bir kadın hakkında yapılmış bir haberde kullanılan fotoğraf (eğlenirken, hatta mayolu), kadının şiddeti hak ettiği izlenimi yaratabiliyor. Ayrıca, 3. sayfa haberleri kadına yönelik şiddetin toplumsal arka planını göz ardı ederek şiddeti sıradanlaştırıyor. Erkek egemen düzeni meşrulaştırmak adına yapılan bu haberler şiddete karşı toplumsal tepkisizlik halinin yaygınlaşmasına yol açıyor. Kadının özel hayatı TV programlarında tartışmaya açılıp, yargılanıyor, kimin “namuslu” kimin “namussuz” olduğuna, genel geçer yargılar üzerinden karar verilmesi sağlanıyor. Bu yapılırken şiddetin kendisinin “salt bir suç olduğu” eritilip yok ediliyor.

7. Bir diğer medya ürünü olan ve günümüzde erişimi daha kolaylaşan pornografi, kadına yönelik cinsel şiddeti, aşağılamayı, tecavüzü normallestiriyor. Kimi
zaman çocuklara yönelik cinsel istismarı erotize ederek normalleştiriyor.
Kadın bedenini fetişleştirerek, bedeni sadece cinsel organlara indirgeyerek kadını erkeğin cinselliğine sunan pornografi, kadını ötekileştirirken, aynı zamanda kadın düşmanı normların taşıyıcılığını da yapıyor. Bir başka sorun ise, medyada haber, dizi, reality gibi formatlar içerisine de pornografik dilin sızması oluyor. Özellikle kadınların bedenleri üzerinden yaşadıkları mağduriyet, sürekli yapılan tekrarlar, canlandırmalar, haber görüntülerine karıştırılan film görüntüleri, dondurulmuş kareler vb. tekniklerle  pornografikleştirilerek teşhir ediliyor.


       Sonuç olarak medyanın kadının bedenini bu kadar kullanması, erkeklere yeryüzünde bir cennet yaratarak, onların arzularına hizmet edecek şekilde araçsallaştırılması gibi bir olguyu karşımıza çıkarıyor. Ayrıca, kadınların sürekli bir rekabet içerisinde temsil edilmeleri, bu rekabetin de bedenler üzerinden cereyan etmesi; kadınların güçlenmek ve kendilerini korumak için birbirlerine ihtiyaçları olduğundan sözedilebilmesini, kadınlararası dayanışmanın hayata geçirilebilmesini güçleştiriyor. Kadınlar ortak sorun ve çözümleri konusunda bilgilendirilmek yerine, rekabet içinde ve bu rekabetin mağduru olarak gösterildiklerinden iletişim hak ve özgürlüğünü kullanmaktan da alıkonuluyorlar.

II. Kadının medyada kadın bedeni üzerinden temsil ve mağdur edilmelerinin nedenleri:

1. Medyada kadının, bedeni aracılığıyla temsil edilmesi medyayı elinde bulunduran iktidarın cinsiyeti ile ilgilidir. Yapısı mevcut mülkiyet ilişkileri içinde belirlenen yaygın medyanın yapısı da, dili/söylemi de erkektir. Daha da özelleştirirsek, medya “beyaz”, egemen etnik kökenden ve dinden gelen, orta sınıf, heteroseksüel erkeğin egemenliğinde ve onun dili/söyleminin hegemonyası altındadır.

2. Medyanın dilinin/söyleminin erkek olmasıyla, devletin cinsiyetinin erkek olması birbirine paralel süreçlerdir. Bu dilin/söylemin yerleşmesi devletin en büyük baba sayıldığı bir toplumsal-siyasal kültürde, ailede başlamakta, okullarda, orduda, kamusal alanda, meslek hayatında devam etmektedir. Medya bu anlamda, eğitimleri ne olursa olsun, mesleğin profesyonel ideolojisinin pratikleri içerisinde sorgulayıcılıklarını -bir süre sahip olmuş olsalar bile, çoğunlukla- yitirerek, bu kültürün yeniden-üreticisi olmaktadır.

3. Medyanın içinde bulunduğu ve erkek egemen olduğunu söylediğimiz yapılanma, diğer toplumsal, siyasal, ekonomik görüngülerle de örtüşen bir düzen sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bunun çabucak değişmesini beklemek zordur. Başka ifadeyle, medya bir toplumsal, siyasal, ekonomik iktidar/güç alanı oluşturmaktadır, bu nedenle de onun kendi iradesiyle değişmeyi isteyeceğini beklemek mümkün görünmemektedir. Kısacası medyanın cinsiyeti, egemen siyasal, toplumsal, ekonomik iktidarların cinsiyetidir ve medya bu diğer iktidar alanlarıyla da iç içe geçmiş yapısı içerisinde bu alanlara tehdit oluşturabilecek herkesi ötekileştirmektedir. Yine de bu yapının değiştirilebilir olduğunun bilinmesi önemlidir.

4. Medya sektöründe karar mekanizmalarında yer alan kadın sayısının yetersiz olması kadının temsilinin sorunlu olmasının nedenlerinden birisidir. Ancak medyada kadın çalışan sayısının artması, medyanın cinsiyetçi yapısının, dilinin/söyleminin hemen değişmesi anlamına gelmeyecektir. Çünkü, kadın çalışanların sayısı artsa bile, kadınlar yöneticilik ve karar verme mekanizmalarında çok daha az temsil edilmekte bu da ürünlerin içeriğine gereğince müdahale edebilmelerini engellemektedir. Kadın çalışanlarla ilgili bir diğer sorun ise, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı konusunda yeterli farkındalığa sahip olmamaları nedeniyle, erkek egemen söylemi yeniden üreten ürünler sunmaya devam etmeleridir. Bu nedenle, cam tavanlar ortadan kaldırılarak, belirli kotalar konularak üst düzey çalışan kadınların sayısının artırılmaya çalışılması önemlidir, ancak yeterli değildir.

III. Medyada kadın bedeninin sorunlu temsilini önleme stratejileri
1.   Temel sorun dille/söylemle ilgili olduğu için, yaygın medyanın genel geçer söylem ile dilinin yerinden edilmesi ve yenilenmesi en önemli gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda, medyada kullanılan cinsiyetçi ve ayrımcı görsel ile yazılı dilin özelliklerini ve sonuçlarını görmek ve bunları göstermek gerekmektedir. Bu da örgütlü bir farkındalığı gerekli kılmaktadır.

2. Örgütlü farkındalık ve eylemlilik kadar, bireysel eylemlilik de önemlidir. Medya okur yazarlığı eğitimleri burada önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır.

3. Hâkim medyanın hegemonik dayatmalarına karşı oluşturulabilecek en önemli güç alternatif medyadır. Alternatif medya aracılığıyla, ana akımın dışında kalan, yaygın medyada yer bulmayan haberlere erişim gerçekleştirilmeli ve bu medyanın genel geçer dili ile pratiklerini yerinden edip, yenilemenin yolları araştırılmalıdır.

4. Meseleyi salt kadın bedeninin temsil sorunu olarak değil, bütün toplumsal cinsiyet tercihleri ile insan bedenine ilişkin bir temsil sorunu olarak görmeli, bu konuda bir farkındalık ile örgütlenme ve eylemliliğin ardına düşülmelidir. Bu süreçte, bütün kadın örgütlerinin, LGBTT örgütlenmelerinin, ilgili diğer demokratik örgütlenmelerin birlikte hareket ederek bir baskı oluşturmaları gerekmektedir. Medyanın temsil ettiği başka ayrımcılıklarla topyekûn bir mücadelenin önü ancak bu sayede açılabilir.

5. Konuya ilişkin olarak bir başka strateji yasal yolların zorlanmasıdır. Basın-yayın organlarının denetlenmesine ilişkin yasal mevzuatta bulunan açıklar ve eksikler üzerinde çalışılmalı, internet üzerinde bilgi güvenliği sistemlerinin kurulması zorunlu hale gelmeli, ilgili kuruluşların bu konuda gerekli tedbirleri alması yönünde baskı uygulamalı.

6. Medyada kadının temsiliyle ilgili ana problemin içinde bulunduğumuz ataerkil kapitalist sistem olduğu kabulüyle, bu ilişkisi mercek altına alınarak yola çıkılmalı, tüm sivil toplum örgütlerinin içinde yer aldığı bir ortak mücadele platformu oluşturulmalıdır.

7.        Bu atölye çalışması toplumsal cinsiyet eşitliği ve medya konusunda bir başlangıç olarak değerlendirilmeli ve daha geniş çaplı bir projeye dönüştürülmelidir.


3 NO’LU ATÖLYE:
MEDYADA AYRIMCILIK VE ŞİDDET SONUÇ RAPORU
Moderatör: Yrd. Doç Dr. Zuhal Çetin Özkan - Yrd. Doç. Dr. Sabire Soytok Batur
Yazman: Türkan Karagöz

     ‘Medyada Ayrımcılık ve Şiddet’ başlıklı atölye çalışmasına Moderatör ve Moderatör yardımcısı ile birlikte toplam 14 kişi katılmıştır.
Konu, toplumsal yaşamda karşılaştığımız ayrımcılık ve şiddet ve bunun medyada yansıması olmak üzere iki açıdan ele alındı. Öncelikle ayrımcılığın tanımı tartışmaya açılmış, ayrımcılık ve şiddetin türleri, kimlere ve nasıl uygulandığı, bunun yarattığı sorunlar konuşulmuştur. Sonrasında ise, medyanın ayrımcılıktan arındırılmasının önemi, ayrımcılığın tetiklediği şiddet ve bunun nedenleri üzerinde durulmuştur.

I. TESPİTLER:

1.   Gündelik yaşamda şiddetin ve ayrımcılıkların nesnesi sadece kadınlar değildir, tüm cinsiyet kimlikleri, farklı etnik, dinsel, kültürel gruplar, çocuklar, hatta bakıma muhtaç yaşlılar da giderek artan ölçülerde kurumsal ve bireysel olarak yapılanmış ayrımcılıklarla her türden şiddetin hedefi haline gelmeye başlamıştır.
Şiddet davranışları ancak kısmen medyadan öğrenilebilmektedir. Bu anlamdaki etkilere en açık olan kesim ise çocuklardır. Çocuklar medyada karşılarına çıkan karakterlerle özdeşleşerek, onları rol modeli olarak alabilmekte, şiddet kullanımlarını taklit etmeye yatkınlık gösterebilmektedir.

2.   Toplumda öznesi erkek olan “kadın cinayetleri”, tecavüz, taciz ve her türlü diğer şiddet türlerinin neden olduğu mağduriyet hızla artarken, bunları haberleştirmek durumundaki medya çoğu zaman yeni mağduriyetlere yol açabilmektedir. Şiddet ile ilgili haberler, yeni şiddet kullanımlarına örnek teşkil edebilecek biçimde kişisel yorum ve detaylarla verilmekte, şiddetin kullanımıyla ilgili sebep sonuç ilişkisi, failin eylemini meşrulaştıracak biçimde kurulmaktadır.

3.   Medya, şiddete maruz kalan kadının uğradığı fiziksel şiddet boyutu ile ilgilenirken, şiddetin diğer görüngüleri, örneğin psikolojik şiddet, ekonomik şiddet gibi boyutları medyanın ilgi alanı dışında kalmaktadır.

4.   Medyanın haberler dışında kalan anlatı formları içinde de şiddet ve ayrımcılık karşımıza çıkmakta, ancak çoğunlukla magazinleştirilerek, gülünebilir hale getirilmiş, böylelikle olağanlaştırılmış, sorgulanabilir olmaktan çıkarılmış şiddet ve ayrımcılık anlatılarıyla karşılaşılmaktadır.

5.   Medyada yapılan ayrımcılık esas olarak temsil düzeyinde bir ayrımcılıktır; sözel ve görsel sunumlar ve kurulan söylem sayesinde bazı kişiler veya kesimler dışlanarak veya dışlanmalarına aracılık edilerek “ayrımcılık” üretilmektedir.

6.   Kadına yönelik şiddet toplumsal bir sorun olarak değil bireysel, adli bir vaka olarak sunulmaktadır. Böylelikle kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısı yeniden üretilmekte, şiddet meşrulaştırılarak haklı bir nedene bağlanmaktadır.

II. Medyada şiddet ve ayrımcılığın yeniden üretiliyor olmasının nedenleri:

1.   Medyanın, toplumda şiddetin ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yaygınlaşmasının tek başına sorumlusu olması sözkonusu değildir. Özellikle öznesi erkek olan şiddetin neden yaygınlaştığının anlaşılabilmesi için, işsizlik, yoksullaşma ile ilgili veriler ile son yıllarda Türkiye’de yaşanan toplumsal, siyasal dönüşüm ve kırılmaların niteliği, iç savaş koşulları içerisinde yaşanıyor oluşu, toplu linç kültürünün yaygınlaşması gibi olgular üzerine düşünmek gerekmektedir. Ayrıca, şiddetin ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının eril sistemin en küçük birimi olarak aileden başlayarak nasıl okul, arkadaşlık grupları, ordu, siyaset yapılan kurumlar içinde kurumsallaşmış olduğu hatırlanmalı, bütün bu yapılar içinde erkeklerin yüzyüze kaldıkları koşullar hesaba katılmalıdır.

2.   Medyanın toplumsal cinsiyet ve ayrımcılığın yeniden-üretimindeki rolü, kurumsallaşmış şiddetten yararlanan hegemonik iktidar merkezleri ile iç içe geçmiş yapılanması çerçevesinde anlaşılabilir. Ayrıca yaygın medya, ticari bir kurum olarak—mevcut denetleyici mekanizmalar ne olursa olsun— şiddeti dolaşıma sokmayı “kår” elde etmenin koşulu olarak görmektedir.

3.   Medyanın şiddeti ve şiddet ile birlikte ortaya çıkan mağduriyeti veya toplumsal cinsiyet ayrımcılıklarını yeniden-üreten hali her zaman sadece mevcut yapısal özelliklerinden kaynaklanmamakta, çoğu zaman medya çalışanlarının basitçe hak ve özgürlükleri, neyin ayrımcılık sayılıp neyin sayılmayacağını bilmemeleri gibi nedenlerle de karşımıza çıkabilmektedir.

4.   Ülkemizde yasal her türlü düzenleme olmasına rağmen; hala ayrımcılıkla mücadelede tecrübelerle oluşmuş ne  hukuki kavram ve kurumlar ne de ayrımcılıkla mücadele amacıyla kurulmuş bağımsız bir izleme ve denetleme mekanizması içeren herhangi bir düzenleme mevcut değildir.
III. Medyada toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ve şiddetin yeniden-üretiminin önlenmesi konusundaki çözüm önerileri:

1.   Medyadaki toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ve şiddetin yeniden üretiminin engellenmesi konusunda, sansürcü, özgürlükleri sınırlayıcı nitelikte olmayan denetim mekanizmalarının desteklenip, geliştirilmesi ve özellikle işleyen bir öz-denetim mekanizmasının kurulması.

2.   Medya çalışanlarının şiddet ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ne olup olmadığına dair farkındalıklarının ve bilgilerinin artırılmasını sağlayacak girişimlerde bulunulması.

3.   Medyanın şiddetin ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yaygınlaşmasının nedenleri ile yol açtığı sonuçlar karşısında alınabilecek tedbirler, yararlanılabilecek hak ve özgürlükler gibi konularda sorumlu bir habercilik ve bilgilendirme anlayışı ile davranmasının sağlanması.

4.   Kamuoyunu bilgilendirme ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde, tecavüz, taciz, istismar gibi suçlar haberleştirildiğinde  mağdurun izni olmaksızın yayınlanmamalıdır. Bu haberlerin özel hayat bilgileriyle ve ayrıntılarıyla hikaye edilmemesi ve mağdurların yeniden mağduriyetlerine neden olunmamasına büyük özen gösterilmesi gerekmektedir.

5.   Farkındalığı arttırabilmek ve sorunların çözümüne ilişkin çalışabilmek için örgütlü olmanın öneminin vurgulanması


4 NO’LU ATÖLYE: MEDYADA ETİK VE DENETİM SONUÇ RAPORU
Moderatör: Yrd. Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz, Gökçen Başaran İnce // Yazman: Sevgi Çifter

       Atölye çalışması, moderatör ve iki moderatör yardımcısı ile birlikte toplam
14 kişi tarafından gerçekleştirilmiştir. Tartışma öncesi moderatör yirmi dakikalık bir konuşma yapmış ve belirlenen dört soru katılımcıların onayına sunulduktan sonra tartışma başlatılmıştır.

TESPİTLER:

a. Her türlü medya çıktısının bir şekilde sansasyon, cinsellik, dedikodu, özel hayat teşhiri gibi etik olmayan alana kayarak üretilmesinin nedenleri farklı örnekler üzerinden tartışılmıştır. “Neden böyle?” sorusuna verilen ilk cevap, aslında tüketicilerin de insani zaaflar taşıdığı ve medyanın bu zaafları bilerek bu tür ürünleri giderek daha yaygın halde kullandığı olmuştur. “Aslında halk böyle istiyor” argümanını tümden kabul etmesek de, medya sektörünün insanın karanlık ve örtük yanlarını harekete geçirmek üzere psikolojik oyunlar oynayabildiği düşünülmüştür.

b. Sansasyon, cinsellik, dedikodu, özel hayat teşhiri, röntgencilik gibi unsurların sadece yaşam stili ve magazin haberlerinin değil, politik ve güncel konuların haberleştirilmesinde de yaygın rol oynadığı örneklerle saptanmıştır. (BDP konvoyunun taşlanması haberinin tüm medyada Kürtlerden çok, taş atan sarışın ve düşük bel pantolonlu genç kız ile sembolleşmesi gibi). Bu tarz medya çıktılarının nedeni ise, satış kaygısı olarak belirlenmiştir. Yaygın habercilik pratiğindeki haber değeri algısı, politik alanda gazetecilik yapan muhabire dahi bu kadın görüntüsünü atlamamayı emretmektedir. Gazetecilik pratiğindeki yaygın haber değeri kavrayışının sorgulanması gerektiği düşünülmüştür.

c. Tüm medya çıktılarında haberin türü fark etmeksizin -reklamlar, politika ve ekonomi haberleri, sağlık ve spor haberleri vb.- kadının bir meta olarak kullanılmasının, erkek egemen bakış açısının bir sonucu olduğu tartışılmıştır.  Dolayısıyla haber değerini belirleyen “erkek egemen bakış açısıdır” görüşü kabul edilmiştir.

d. Tüm medya kuruluşlarının kâr amacı güden işletmeler olduğu görüşünden hareketle, haber üretim sürecinin aynı zamanda medyanın ekonomi-politik yapısıyla doğrudan ilgili olduğu düşünülmüştür.

e. Kadına yönelik ayrımcı ve cinsiyetçi haberler karşısında okur/tüketici olarak kadınların aldığı pozisyonlar üzerinde durulmuştur. Bu tür haberleri okuyan/izleyen kadınlar genel olarak: “İyi ki ben böyle değilim; iyi ki benim başıma bunlar gelmedi” diyerek haber konusu olan kadınları ya suçlu olarak görmekte ya da mazlum konumları nedeniyle kendi durumuna şükretmektedir. Böylelikle bu tür medya çıktıları çoğu kadın tarafından da normalleştirilerek tüketilmektedir.

f. Kadına yönelik etik ihlal taşıyan haberlere yönelik tepkisizliğin bir nedeninin de kadınların da medya çıktılarını erkek bakış açısıyla tüketmeleri olduğu tartışılmıştır. 

g. Aynı şekilde, medyada çalışan kadınların da erkek bakış açısıyla üretim sürecine dahil oldukları; bu nedenle kadına yönelik şiddet ve diğer olumsuz haberlerin oluşturulmasında kadın gazetecilerin rolünün de büyük olduğu düşünülmüştür.

h. Kadın öğesinin haberlerdeki kullanımının bazen örtük bir dil ve hemen fark edilmeyen hak ihlalleri içermesi, farkındalığı engelleyerek bu haberlerle doğrudan mücadeleyi zorlaştırmaktadır.

ı. Medya çalışanlarının bireysel korkularının (iş ve yaşam kaygısı) ve örgütsel baskıların (otokontrol, sansür vs.) medya çıktılarının üretimini olumsuz yönde etkilediği belirtilmiştir.

i. Bütün bu olumsuzluklar gündelik medya pratiklerinin bir parçası olarak normalleştirilmekte ve hem medya çalışanları hem de tüketiciler tarafından doğal sürecin bir parçasıymış gibi algılanmaktadır.

j. Medya çıktıları kadının kamusal alandaki iddia ve taleplerini sınırlandırmasına ve korku kültürü yaratıp mevcut alışkanlıklarımızı terk etmemize neden olmaktadır: Gece geç saatte dışarıda olan kadınların başına gelenleri okudukça hava kararmadan evde olmayı öğreniyoruz. Kaçırılan, tecavüze uğrayan çocuk haberlerini duydukça çocuklarımızı baskıyla büyütmeyi içselleştiriyoruz. Bu korku kültürü aynı zamanda yaşam tarzlarının muhafazakârlaşmasına yol açıyor.

k. Medya çıktıları, nasıl düşüneceğimizi öğretip, sisteme itaate yönlendirmektedir. Politik bir haberde, bir kadın öğrenci hamile olduğunu da söylediği halde polis tarafından yerlerde sürüklendiğinde, sürükleyeni eleştirmektense, “hamile haliyle bir kadının orada olmaması gerektiği” söylenmekte ya da “evli olmayan bir üniversite öğrencisinin nasıl hamile olabileceği” sorgulanmaktadır. Kadına yönelik her türlü şiddet, kadının bulunduğu pozisyonu eleştirmeye yönelik bir bakış açısı geliştirmeyle sonuçlanmaktadır. Örneğin tecavüz haberlerinde kadın “tahrik eden” konumunda tutulmakta ya da mini etek giymesi, babasından dayak yemesini meşrulaştırmaktadır.

l. Medya çıktıları ideolojik pozisyonları keskinleştirmektedir. Özellikle bilgi çarpıtıcı ve provokatif içerikli haberler aracılığıyla belli bir etnik grup hedef gösterilip, kelebek etkisi yaratılarak, sıradan faşizm harekete geçirilmektedir. (Mersin’deki bayrak yakma olayının Kürtlere karşı provokatif eylemleri kışkırtması gibi)

m. Medya çıktıları, toplumsal eylemleri sunuş biçimiyle tüketiciler üzerinde korku kültürü oluşturmakta, böylelikle insanları politik eylemlilikten uzaklaştırabilmektedir (toplu gösterilerin sürekli polisle çatışılan kriminal olaylar gibi sunulması ya da bir gösterinin ancak çatışma içerdiği durumlarda habere dönüşebilmesi gibi).

n. Genel olarak tüm medya çıktıları gündelik yaşamın her alanında (moda, yeme-içme alışkanlıkları, seyahat, tatil yapma gibi) tektipleşmeye yol açmakta, tüketim alışkanlıklarını kışkırtmaktadır. Böylelikle insanlar kendi olmaktan çıkıp, aynılaşmakta, sıradanlaşmaktadır.

o. Medya, olaylar karşısındaki etik tavır alışlarımızda sorunlar yaratmakta; görünür olma isteği her şeyin önüne geçmektedir. Kameraların varlığı insan davranışlarını etkilemektedir: Cenaze törenleri, her türlü olay mahallindeki insan davranışları gibi.

v. Medya, olumsuz konuları haberleştirirken (töre, namus, çocuk gelinler vb.) bunları bazı etnik gruplara mal etmekte ve ötekileştirilmelerine katkı sağlamaktadır.

y. Savaş ve toplumsal çatışmalarda sistemin kadına uyguladığı fiziksel ve sembolik şiddet görmezden gelinmekte ve susarak sistemin işbirlikçisi haline gelinmektedir.

z. Medyanın etik sorumluluğu konusunda yasal düzenlemelerin (RTÜK) yanı sıra, medyanın kendi oluşturduğu kurumsal yapılar ve etik denetim mekanizmalarının (Basın Konseyi, ombudsmanlık) gerçek bir etik alanı yaratmaktan uzak olduğu düşünülmüştür. Örneğin RTÜK’ün cezalarının geneli milliyetçi-muhafazakâr bir toplum tahayyülüne dayanmaktadır. Dizilere verilen cezalar ve yapılan fişlemelerin içeriğine bakıldığında kadına uygulanan ayrımcılıktan söz edilmemesine ve bu konuda herhangi bir yaptırım uygulanmamasına karşın muhafazakâr ve milliyetçi değerlerin sürekli yüceltilerek koruma altına alındığı konuşulmuştur. Bu anlamda mevcut etik uygulamaların yetersiz olduğu düşünülmüştür.

ÖNERİLER:

a. Basın Konseyi ve meslek ilkelerinin, medyayı daha ahlaklı kılma konusunda yeterli olmadığı kabul edilmiştir. Mesleğe başlayan yetişkin bir bireyin ahlaklı bir medya çalışanı olabilmesi için meslek ilkelerine başvurması anlamlı olmaktan çok uzaktır. Örneğin bir diğerinin fotoğrafını izin almadan çekemeyeceği bilgisi çok daha önce öğrenilmesi gereken bir bilgidir. Buradan hareketle katılımcılar, ahlaki bilgi ve sorumluluğun çok daha erken yaşlarda eğitim sisteminin bir parçası olması gerektiği konusunda uzlaşmışlardır. Bu bağlamda, eğitim müfredatı da dahil tüm sistem içinde cinsiyetçi dil, söylem ve düşünce biçimlerinin ayıklanması gerekmektedir (örneğin ilkokullardan başlayarak eğitim sisteminde kullanılan görsel malzemelerdeki kadın ve erkek temsillerinin cinsiyetçi dilden arındırılması gibi).

b. Medya ve etik konusunda iki türlü sorumluluk üzerinde durulmuştur. Bunun birinci ayağı, medya üreticilerinin ahlaki sorumluluğu; ikincisi ise, medya tüketicilerinin alacağı pozisyonlardır. Bu toplantıda, daha çok tüketicinin etik sorumluluğu üzerinde tartışılmış ve gelecekte alacağı pozisyonlar konusunda farklı öneriler getirilmiştir. Bu önerilerden bazıları medya izleme komitelerinin kurulması, medya içeriklerine karşı teknolojiyi de kullanarak tepki ve boykot örgütlenmesidir.

c. Çeşitli direniş biçimleri önerilirken, bunları gerçekleştirecek farklı STK’ların da kendi aralarında etkin bir iletişim ve dayanışma halinde olmaları gerekmektedir.
d. STK’lar farkındalığı artırma yönünde daha fazla eğitim çalışmaları yapmalılardır. STK’ların temel hedef kitlesi, medyadaki ayrımcı ve cinsiyetçi dil konusunda duyarlılığı ve farkındalığı daha az olan kitleler olmalıdır.

f. Çeşitli sivil inisiyatifler aracılığıyla yasal düzenlemelerin gerektiği gibi uygulanıp uygulanmadığının izlenmesi gerekmektedir.

g. Medyanın içinde iyi olan örneklere olumlu tepki verilmeli ve desteklenmelidir.
h. İnternet üzerinden gerçekleşen kadına yönelik hak ihlalleri konusunda özel bir örgütlenme geliştirilmelidir.

i. İnternet etiğine ilişkin hukukçuları, STK’ları ve akademisyenleri de içeren bir sorumluluk ağı oluşturulmalıdır.

* Bu atölye sonuç bildirgesinin yaygınlaştırılarak, katkı ve desteklerle güçlendirilerek toplum ve medya arasında “Toplumsal cinsiyet eşitliği kültürünü” yaşama geçirmek ve şiddet ve ayrımcılığı önlemek yolunda ortak bir mutabakat metni olması yönünde çalışmaların sürdürülmesi önerilmiştir.

5 NO’LU ATÖLYE:
TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE
SOSYAL MEDYA ATÖLYESİ SONUÇ RAPORU

Moderatör: Öğr. Gör. Burak Doğu - Av. Ayşe Kaymak // Yazman: Özge Yolcu

       Toplumsal cinsiyet eşitliği ve sosyal medya atölyesi, moderatörler ile birlikte toplam 15 kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. İlk aşamada, katılımcıları atölyenin kapsam ve amaçları doğrultusunda bilgilendirmek ve yapılan tartışmayı yönlendirmek üzere moderatörler tarafından açılış sunumları yapılmıştır. Burak Doğu, sunumunda, tanımlardan yola çıkarak sosyal medya kullanım pratiklerinden bahsetmiş, ardından bloglar üzerine kısa bir değerlendirme yaparak İnternet’te alternatif haber gündemleri üzerine eğilmiş ve son olarak nefret söyleminin yaygınlaşması üzerine konuşmuştur. Ayşe Kaymak ise sosyal medyada cinsiyetçi söylem ve yasal mevzuat üzerine odaklanarak atölyenin genel hatlarını belirlemiştir.

       Atölye katılımcılarının sosyal medyayı kullanım pratiklerini ölçmek için moderatör sunumları öncesinde uygulanan mini anket sonucunda en sık kullanılan sosyal medyanın Facebook, Twitter ve YouTube olduğu anlaşılmış ve buradan yola çıkılarak çalışmanın kapsamı şekillendirilmiştir. Bu çerçevede, atölye katılımcıları tarafından aşağıdaki başlıklarda geçen sorulara toplumsal cinsiyet bağlamında yanıt aranmış ve sorunların çözümü için öneriler geliştirilmiştir.

1- Sosyal medya uygulamalarındaki mevcut durum ve karşılaşılan sorunlar
1. Sosyal medya gündelik yaşantımızda giderek daha fazla yer edinirken aynı zamanda yeni ilişki biçimleri ve davranış kalıpları yaratarak hayatımızı şekillendirmektedir. Aile ve arkadaşlarımızla iletişim sağlamanın yanı sıra iş ilişkilerimizde ve sosyal hayatımızda vazgeçilmez bir yerde durmaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumun kişinin sosyalleşme süreci içerisinde gerçekleştiği ve sosyal medya kullanımının özellikle çocuklar ve gençler arasındaki yaygınlığı dikkate alındığında, sosyal medyanın bu süreçte oynadığı rolün önemi bir kez daha görülmektedir. Bu önem nedeniyle, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından sosyal medyanın olumlu katkıları geliştirilmeli ve olumsuz sonuçlarıyla mücadelenin önü açılmalıdır.

2. Sosyal Medya ve Olanaklar: Karakteristik özelliklerinin bir sonucu olarak sosyal medya, kadın hareketlerine ve örgütlenmelere olduğu gibi, geleneksel medyanın merkezi ve hiyerarşik yapısı içerisinde kendilerine yer bulamayan diğer cinsel kimliklere sahip gruplara da oldukça geniş olanaklar sunmaktadır. Sosyal paylaşım siteleri, kadın hareketlerinin organize edildiği, duyurulduğu, grup içi iletişimin sağlandığı bir araç olarak kabul görmekte ve pek çok kadın için erişilebilir bir platform teşkil etmektedir. Örneğin, Münevver Karabulut cinayetinin aydınlatılması için kadına yönelik şiddet, medya, ayrımcılık vb. konuları özelinde Facebook ortamında kurulan çok sayıda grup yer almaktadır. Ayrıca, yine Facebook’ta LGBTT’ler tarafından oluşturulmuş, mücadelelerini yürütmek üzere faaliyet gösteren yüzlerce grup bulunmaktadır. Bloglar ve forumlar aracılığıyla düşünceler ifade edilmekte ve hayatın her alanında daha fazla görünür hale gelmekte olan kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı İnternet’i ve sosyal medyayı bir eğitim aracı olarak kullanmaktadır.

3. Sosyal Medya ve Riskler: Sosyal medya ortamındaki en önemli risk; geleneksel medya araçlarından farklı olarak çok daha hızlı ve kolay yoldan dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist söylemlerdir. Başta Facebook olmak üzere diğer sosyal paylaşım ağlarında da nefret söylemlerinin türleri olan homofobik, transfobik, heteroseksist söylemleri içeren sayısız grubun mevcut olduğu örneklerle sabittir. Anonim kimlik kullanımı nedeniyle kullanıcıların İnternet üzerinde gündelik hayatta devam ettirdiği cinsiyetçi söylemi, çok daha yoğun ve sert bir şekilde İnternet’e taşıdığı görülmektedir. Örneğin, atölye öncesinde yapılan çalışmalarda sosyal ağ sitelerinde gözlenen yorumlarda “ibne,” “dönme,” “karı” gibi cinsiyetçi ifadeler ile sıkça karşılaşılmıştır. Üstelik geleneksel medyadan farklı olarak, bu tür söylemleri yayan kişilerin tespit edilememesi ve bu nedenle işlenen nefret suçlarının cezasız kalması, toplumda bu söylemlerin kullanılmasında bir meşruiyet zemini oluşturmaktadır. Sosyal medya ortamındaki cinsiyetçi söyleme ilişkin farkındalık düzeyinin düşük olması, içerik üretim süreçlerini de olumsuz etkilemektedir. Geleneksel medyadan farklı yollarla üretilen cinsiyetçi söylemler; yorum, etiketleme ve yeniden dolaşıma sokma yoluyla sıradanlaştırılmakta ve normalleştirilmektedir. Bu noktada sosyal medyanın toplumsal rıza üretim araçları olarak görev gördüğü düşünülebilir.
       Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında karşılaşılan bir diğer önemli risk, toplumsal cinsiyet rollerinin sosyal medya ortamında özellikle dijital oyunlar ve filtre yazılımlar yoluyla yeniden üretilmesidir. Çocuklar ile gençleri hedef alan ticari oyunlarda sunulan roller, erkek egemen değerleri temsil etmektedir. Bu anlamda güç, cesaret, şiddet yetkisi ve egemenlik kurma hakkı gibi özellikler erkek karakterlere yüklenmektedir.

       Facebook ve diğer sosyal paylaşım ağları üzerinde istenmeyen içerik ile sıklıkla karşılaşıldığı, özellikle reklamlarda cinsel içeriğe fazlaca rastlandığı ve bu kapsamda kalan içerikte kadın bedeninin meta olarak kullanıldığı görülmektedir. Benzer şekilde kadın bedeni, Facebook reklamlarında teşhir aracı olarak sunulmaktadır.

       Facebook başta olmak üzere, sosyal ağların taşıdığı önemli güvenlik zafiyetleri nedeniyle özel hayatın ifşası, kişilik haklarına müdahale, izinsiz fotoğraf ve bilgi paylaşımı olanaklı hale gelmekte; bu durum ise daha çok kadınları olumsuz yönde etkilemektedir.

      Medya tüketim alışkanlıklarının değişmesi doğrultusunda haber okuma pratikleri de değişmektedir. Cinsiyetçi söylemleri barındıran haberlerin kolay yoldan ve sıklıkla yayılması bu konuda duyarsızlaşmayı beraberinde getirmektedir.


II. Sosyal medyada cinsiyetçi söylemin yayılma nedenleri
1. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sosyal medyadaki yansımalarının önemli bir nedeni toplumsal cinsiyet ve teknoloji ilişkisidir. Kadınlar yüzyıllar boyunca teknolojiden uzak tutulmuş, bu bağlamda kalan teknik akıl ve yetenekler erkeklere atfedilmiştir. Bu anlamda kadınlar ve erkekler arasında teknolojiye erişim bakımından bir sayısal uçurum (digital divide) söz konusudur.

2. Yeni iletişim teknolojilerindeki erkek egemenliği, sosyal medyada içerik üretim süreçlerinde de devam etmektedir. Blog ve forumlarda ağırlıklı olarak erkekler ön plana çıkmakta, sosyal paylaşım ağlarında dolaşıma sokulan video, fotoğraf ve metinlerde kadınlar sınırlı oranda temsil edilmektedir. Dijital oyun ve yazılım üreticileri de ağırlık olarak erkeklerden oluşmaktadır. Yine medya sektöründe görev yapan mevcut editöryal kadroların çoğunlukla erkek egemen olması, toplumsal cinsiyet konusunda haber üretimini olumsuz yönde etkilemektedir.

3. Geleneksel medya alışkanlıklarının sosyal medyada da sürdürülmesi, bunun bir sonucu olarak sosyal medyada kullanılan dilin geleneksel medya dilinin uzantısı olarak işlev görmesi ve bu ortamda sunulan temsillerin gündelik yaşam pratikleri sonucu ortaya çıkması diğer önemli nedenler olarak sayılabilir. Ayrıca İnternet haberlerinde kullanılan dilin yapısında hızlı habercilik adına özensiz sonuçların ortaya çıktığı gözlemlenmekte ve bu durum cinsiyetçi dilin kullanımına ilişkin mevcut stereotipleri yaymada etkili olmaktadır.
4. Cinsiyetçi söylemin günlük hayatta en sık karşılaşılan nefret söylemi türü olması, bunun yanı sıra kişilerin sosyal medya ortamında kimliklerini açıklama gereği duymamaları, cinsiyetçi söylemin daha rahat yayılmasına neden olmaktadır.

5. Cinsiyetçi söylemle mücadelede yasal denetim ve yaptırımlar yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte, doğası gereği İnternet’in cinsiyetçi söylemin üretiminde farklı formların kullanılmasına müsaade etmesi nedeniyle kapatılan grup ve sayfalar başka isimlerle yeniden açılmakta ve bu yüzden cinsiyetçi söylemin yayılımında kapatma, engelleme kararları işe yaramamaktadır. Sosyal paylaşım sitelerinin kendi kullanım sözleşmelerinde belirttikleri “şikâyet et” butonlarının ise etkisiz kaldığı görülmektedir.

III-Toplumsal cinsiyet eşitliği için sosyal medya ortamında çözüm önerileri
1. Farkındalığı artırmak: Sosyal medya platformlarında dolaşıma sokulan cinsiyetçi söylem ve içerik ile mücadele etmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini yakalamak için öncelikli olarak farkındalık düzeyini artırmak gerekir. Farkındalık düzeyini artırmanın ilk adımı olarak, bu medyayı en fazla kullanan kitleler olan çocuk ve gençlere yönelik eğitim çalışmaları düzenlenebileceği gibi, aileler ve eğitimcilerle birlikte sosyal medya okuryazarlığı üzerine çalışmalar yapılabilir. Yine sosyal medya okuryazarlığı kapsamında İnternet kullanımının kamusal alanları olan İnternet kafelerin erkek egemen mekânlar olmaktan çıkarılması için meslek odalarını da kapsayan eğitsel faaliyetler gerçekleştirilebilir. Öte yandan, sosyal medyanın asıl gücünü “paylaşım”dan aldığı varsayımından yola çıkarak sanal ortamda karşılaşılan olumlu/olumsuz içeriği afişe etmek; diğer bir ifadeyle, İnternet’te “toplumsal cinsiyet eşitliği” bağlamında yer alan olumlu / olumsuz örnekleri yine sosyal medya vasıtasıyla yaymak faydalı olabilir. (Bu tür bir teşhir yapılırken özel hayat bilgilerine yer verilmemesi esas olmalıdır.)

2. Yasal denetim: Ayrımcılık karşıtı düzenlemelerin varlığına rağmen, mevcut yasalar uygulamada yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla cinsiyetçi söylemle mücadele için daha açık, net yasaların yapılması gerekmektedir. Sosyal medyaya yönelik erişim engelleme ve yasaklama kararları, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından önemli bir tehdit unsurudur. Kaldı ki, teknik olarak bu kararların uygulanmasında güçlükler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle düşünce ve ifade özgürlüğü ile iletişim haklarını garanti altına alan yeni yasaların yapılması oldukça önemlidir.

3. Yürürlükte bulunan 5651 sayılı Kanun’un 8. maddesinde erişim engelleme kararlarının verilebileceği suçlar katalog halinde listelenmiş, ancak cinsiyetçi söylem (ve daha genel kapsamda nefret söylemi) bu suçların arasında sayılmamıştır. Kanundaki bu çelişkinin giderilmesi için, düşünce ve ifade özgürlüğünün tek istisnasının cinsiyetçi söylemi de kapsayan nefret söylemi olması gerektiği dile getirilmeli ve yasal düzenlemelere yansıtılmalıdır. 
Buna ek olarak İnternet ortamında dolaşıma sokulan cinsiyetçi nefret söylemine karşı mücadelede, yeni yasal düzenlemelerin yapılması için çalışmalar organize edilmelidir. Ayrıca hukukun uygulanmasında yaşanan sorunları raporlamak önem arz etmektedir. Çünkü yasal düzenlemelerin yapılması tek başına yeterli olmamakta, İnternet ve sosyal medyadaki cinsiyetçi/homofobik söylem ile kişilik haklarına yapılan saldırılarda yasal mekanizmalar işletilememekte (ya da yavaş işletilmekte) bu nedenle davalardan sonuç alınamamaktadır.


4. Olumlu örnekleri öne çıkarmak: Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından kadınların yeni iletişim teknolojileri ile olan bağlarını güçlendirebilmek için eğitim çalışmaları düzenlemek, alternatif nitelik taşıyan sosyal medya platformları kurmak ve İnternet ortamında paylaşılmak üzere küçük çaplı dijital oyunlar geliştirmek amacıyla projeler hazırlanabilir.

5. Sosyal medya izleme grupları oluşturmak: Geleneksel medyanın takibi için izleme örgütlerinin varlığına karşın sosyal medya bu mekanizmalardan yoksundur. Bu hususta, sosyal medyanın düzenli olarak takip edilmediğinden yola çıkılarak, rapor oluşturma ve yeni mücadele yöntemleri geliştirme işlevlerini yürütmek üzere izleme ağlarının kurulması gerekmektedir. Böylece sosyal medya ortamındaki denetimsiz cinsiyetçi söylemler gözlemlenebilir hale gelecektir.


6. Filtre yazılımları: İnternet’teki içeriğin düzenlenmesi adına kullanılan mevcut filtre yazılımları cinsiyetçi söylem ile mücadelede yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle iletişim hakkına müdahale etmeksizin sadece çocukların korunması amacına hizmet eden yeni filtre yazılımları hazırlanmalı, çocuklar ve gençler için oluşturulan filtre yazılımlarındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan içerik ayıklanmalıdır.


İZMİR’DE, MEDYA VE KADIN ÖRGÜTLERİ, KADIN CİNAYETLERİNİ
DURDURMAK VE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ
SAĞLAMAK İÇİN DAYANIŞMA SÖZÜ VERDİ


6 NO’LU ATÖLYE:
TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ İÇİN MEDYADA
NE YAPIYORUZ? NE YAPABİLİRİZ?
Moderatör: Prof. Dr. Sevda Alankuş – Av. Sema Pekdaş - Seher Şen
Yazman: Asuman Memen

Atölyeye moderatör ve moderatör yardımcılarıyla birlikte, basın mensupları, basın meslek kuruluşu üyeleri ve medya temsilcilerinden oluşan 14 kişi katılmıştır.

1. TESPİTLER:

1.   Katılımcıların habercilerden oluşması, diğer yandan haberin “gerçek ve doğru” olmak iddiası nedeniyle en etkili anlatı türlerinden birisi kabul edilmesi nedeniyle tartışmalar, ağırlıklı olarak habercilik pratikleri üzerinden yürütülmüştür. Moderatörlerin sabah oturumunda yapmış oldukları sunuşlar ile atölye çalışmaları sırasında gerçekleştirilen tartışmalar sonucunda ortaya çıkan belirlemeler ise şunlardır:

2.   Medyada kadınlar erkeklerle karşılaştırıldığında, daha az temsil edilmekte, bir “niteliksel azınlık” muamelesi görmektedir.

3.   Buna karşılık, medyanın kadınlarla ilgili en yaygın temsil kategorisi, magazin dünyasının “ünlü” kadınlarının özel hayatlarının ve bedenlerinin teşhiri üzerinden gerçekleşen bir temsildir. Yanı sıra geleneksel olarak “erkekler dünyası” kabul edilen alanlara dahil olmayı başaran kadınlar da istisnai “başarı” öyküleriyle medyada kendisine yer bulabilmektedir.

4.   Bunların dışında kalan kadınların medya tarafından temsil edilebilmesi için, haber yapılmaya değer bir hukuk dışılığın faili veya kurbanı olmaları gerekmektedir.

5.   Bunların sonucunda ise, kadınlar medyada kendilerini güçlendirecek bilgi ve yaşam deneyimleri ile karşılaşmaktan yoksun bırakılmaktadır. Bu onların uğradıkları ayrımcılıklar karşısında hak kullanımlarını, kendilerini ifade etme ve örgütlenme özgürlüklerini harekete geçirip, kolaylaştıracak, etkili kılacak önemli bir araçtan yoksun kalmaları anlamına gelmektedir.

       Diğer yandan medyanın kadınların temsiline yönelik olarak yapılan bu belirlemelerin hepsi, LGBTT bireyler için de geçerlidir.

       Özetle dünyanın diğer yerlerinde de olduğu gibi Türkiye’de de ticari medya kadınların maruz kaldıkları ayrımcılıkların temellendiği zihniyete eklemlenen, bu zihniyeti yeniden-üreten bir dil/söylemin temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeniden-üretimin en önemli mecralarından birisi ise daha önce de belirtildiği gibi, “gerçek ve doğru” olmak iddiası taşıyan habercilik alanıdır.

       Ayrıca habercilerden oluşan atölye katılımcıları, bütün bu sorunların sorumlusu olarak medyanın ilan edilmesinin doğru olmadığını, bu sorumluluğun bütün kurumlar ve bireylerin üzerlerine düşenleri yapmalarını gerektiren ortaklaşa bir sorumluluk alanı olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye’deki medyanın dillendirilen sorunlara ilişkin önemli bir dönemeçten geçtiğini, son yıllarda, medyadaki haberlerin (“töre” cinayetlerinde olduğu gibi) toplumda kadına yönelik hak ihlalleri, ya da maruz bırakıldıkları ayrımcılık, şiddet ve eşitsizliklere dikkat çekilmesi konusunda önemli bir rol oynadığını, bu arada ilgili otoriteleri sorumluluklarını yerine getirmek konusunda harekete geçirmek anlamında etkili olduğunu da eklemişlerdir.

2. Medyada toplumsal cinsiyet ayrımcılığı konusunda karşılaşılan sorunların nedenleri

1.   Medyadaki belirtilen sorunlu temsilin nedenleri üzerine yapılan tartışmalar sonucunda medya atölyesi katılımcılarının tespitleri ise şunlar olmuştur.

2.   Kadının medyada temsiliyle ilgili mevcut sorunlar ile uğradığı cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal, siyasal, ekonomik yaşamda yüz yüze bulundukları halihazırdaki sorunların bir uzantısıdır.

3.   Medyanın sahip olduğu “gazetecilik kültürü” esasen ait olduğu toplum içinde oluşmaktadır. Buna mesleğin getirdiği yoğunluk ile gerektirdiği hız da eklenince, gazeteciler eğer özel bir farkındalık geliştirip, çaba harcamazlarsa, kadınların uğradıkları ayrımcılıklarla sorunlu temsili yeniden-üreten bir konumda bulunabilmektedir.

4.   Medyanın son zamanlarda değişmiş olsa bile erkeklerin çoğunlukta olduğu, kadınların yönetici konumuna gelmelerinin güç olduğu bir yapılanma içerisinde olması bu yeniden - üretimde etkili olmaktadır.

Ancak medyada çalışan kadınlar “cam tavanları” delerek, yönetici durumuna geldiklerinde bile bu durum radikal biçimde değişmemekte, çoğu zaman onlar da aynı zihniyet yapısı içinde davranmaya devam etmekte ya da etmek zorunda kalmaktadır.

5.   Bundan medya sektörünün kar mantığı ve rekabetçi niteliği sorumludur. Buna bağlı yapısal sorunlardan bir tanesi de, özellikle haber medyasının kendisine erkek izleyici, dinleyici, okuyucuyu hedef kitle olarak belirlemiş olmasıdır.

6.   Bir diğer neden ise, mevcut yapısal örgütlenme içerisinde, medyadaki çalışma temposunun yüksekliği, özellikle de haberciliğin büyük bir hız gerektirmesidir. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile eşitsizliğini yeniden üreten bir çok klişe anlatının değişmeden sürdürülmesi ya da kadınların haberler aracılığıyla hak ihlallerine uğramasının sorumluluğu kısmen burada yatmaktadır.

7.   Ülkedeki siyasal, toplumsal, ekonomik gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan kutuplaşmalar, medya sahiplerinin bu kutuplaşma içerisinde konumları, editöryel politikalara da yansımaktadır. Bu editöryel politikalar karşısında, iş güvencesinden mahrum olan habercilerin bağımsız bir duruş geliştirebilmeleri güçleşmektedir. Böylelikle medya günümüzde şoven, muhafazakar, bazen ırkçı ve yabancı düşmanı, nefrete varan bir dil ve anlatının yeniden-üretildiği bir mecra olabilmektedir.

8.   Bazen de sorun aslında daha basit bir nedenden kaynaklanmakta, gazetecinin meslek içi eğitimlerden geçmemesi, az ücret, yetersiz zaman vb. nedenlerle, kadın hakları da dahil olmak üzere hak ve özgürlükler konusundaki iyileştirmeleri, hak kullanımlarını gerektiği şekilde takip edememesinden kaynaklanmaktadır.

9.   Bu nedenle, medya kuruluşlarının bütün çalışanlarının, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ve eşitsizliği konularında gerekli farkındalıklarını artırarak, sorumluluklarına sahip çıkmalarını sağlayacak meslek içi eğitimlere ihtiyaçları bulunmaktadır.

3. Atölye katılımcısı olan medya temsilcileri, İzmir Gazeteciler
Cemiyeti ve basın meslek kuruluşları temsilcileri ile gazetecilerin

ortak sözleri; 

1.   Medya atölyesi katılımcıları, yukarıda belirlenen sorunlar ve nedenleriyle ilgili belirlemeler çerçevesinde;

2.   Haberciler olarak toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların takipçisi olmaya devam etmek;

3.   Haber yaparken, gerekçesi ne olursa olsun haber kaynaklarını, haber dilini ve görsel malzemeyi kadınlar aleyhine yeni hak ihlallerine yol açmayacak bir şekilde kullanmaya özen göstermek;

4.   Kadınların medyada başarılarıyla özgür ve eşit bireyler olarak daha görünür hale gelmesini sağlamak; ancak bunu yaparken onların karşımıza sadece “fail veya kurban” ya da “cinsel obje” olarak çıkarılmamalarını sağlayacak yeni bir habercilik anlayışı ve arayışı içinde olmak; Haber kaynağı ve haber tanımlayıcısı olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda söyleyecek sözü, övünülecek hak kazanımları olan kadın örgütleri ve inisiyatifleri ile bireylere daha çok başvurmak, kullanmak;

5.   Ortada toplumsal cinsiyet temelli bir hukuka aykırılığın varlığı durumunda, bu aykırılığın istisnaileştirilip, kişiselleştirilmesine ve haklılaştırılmasına hiç bir şekilde izin vermeyen bir yaklaşımla davranıp hak ihlaline neden olan durumun sebep ve sonuçlarını gerek haber başlığı gerekse içeriğinde doğru ve net olarak sunmak.

6.   Hak ihlalleri ve hak kullanımlarıyla ilgili durumlarda haber takibine özellikle önem vermek, hak ihlaline uğrayanlar ile hak ihlalinde bulunanların içlerinden geçmekte oldukları hukuki ve toplumsal süreçler konusunda kamuoyunu sürekli olarak bilgilendirmek;

7.   Mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılıklar karşısında mağduriyet ya da çaresizlik hissettirmek yerine, bunlarla mücadele edilebileceği ve kazanımlar elde edilebileceği konusunda bilgilendiren bir habercilik/programcılık anlayışı içinde olmak;

8.   Erkek-kadın karşıtlığı üzerine kurulan, buna bağlı olarak bütünüyle toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ile eşitsizliği üzerine kurulmuş savaşçı, ırkçı, ayrımcı, yabancı düşmanı, nefret içeren ve nefret suçunu körükleyen dil ve anlatılardan kesinlikle uzak durmak

konularında söz verirler.

Ayrıca;

1.   Kamuoyunun toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri konusundaki farkındalığını artıran bir haberciliği hakkıyla yapabilmek için bir bilinç yükseltme sürecinin gerekliliğini kabul ederler, bu çerçevede de medyada çalışan kadınların ve kadın yöneticilerin sayısının artırılmasını desteklerler.

2.        Toplumsal eşitsizlikler ve ayrımcılıklar konusunda bilinç yükseltme gerekliliğinin bir sonucu olarak, gerek birey gerekse kurum temelinde gazeteciler olarak yaptıklarına eleştirel bir ayna tutmayı, kendilerini ve karşılıklı olarak birbirlerini denetleyen öz-denetim mekanizmaları geliştirmeyi kabul ederler.